9 Eylül 2012 Pazar

VE İNSAN KAZANDI


VE İNSAN KAZANDI
Ölümden korkmuyordum yılandan korktuğum kadar. Tâki iblisle tanışana kadar. Yoksa yalandan mı demeliydim.
Şeytana eşlik etmişti de yalan, yılan sinsiliğinde, bilmem kaç bin yıl önce, bir değil binlerce kez ölümüme sebep olmuştu. Mahcup olmuştum yüce yaratanıma, O bana öylesine güvenmişti ki en âbid kulunu benim için sınava tabi tutmuştu. Bu bir adım ötesinde, hatta gözden çıkarmıştı. Beni onunla onu da benimle sınamıştı. Şeytanın gizli kibri vardı onu biliyordu elbette yaratan. Ondan sadece âdeme secde etmesi istenmemişti, dolaylı olarak bu yaratıcıya olacak olan bir itaatti, iblis bunu göremedi çünkü gözüne toprak kaçmıştı.
Aslında özünde her ikimiz de bir birimiz üzerinden sınanmıştık, burada da yine ilahi adaleti görüyoruz, sonsuz ilmi gereğince, madem beraber yaşayacaksınız aranızda uzlaşın denmişti. Rab oluşumun hakkını hanginiz daha fazla gözetecek, her şey verildi artık görelim sizi.
Beni eşrefi mahlûk olarak yaratanım bana kefil olmuştu. Ben ne yaptım? Göz açıp kapama mesafesinde zirveden arza inzal oluverdim birden. Merhametlilerin en merhametlisi yeniden kredi açtı bana, kullan kullanabildiğin kadar. Sana yine güveniyorum, bunu güveni geri çekmeyeceğim dedi adeta. Kendime sakladığım, süresi size gayb olan tâki o vaat ettiğim gün hakkı için, dünyadan sonsuza çekene kadar kendini bana ispat et diye, açtı da açtı krediyi.
Ben sana inanıyorum, buna destek olarakta her ne yaparsan yap af kapısını, son anına kadar senin için açık tutacağım, kapatmayacağım. Senin düşmanına karşı destekçin benim, sen bunu talep ettiğin sürece, sana senden daha yakın olacağım demişti de, ben buna güvenmedim ezelden kalan vesvesenin kırıntılarıyla, sadece çaresizlik anlarında geçici bir mahcubiyetle icabet ettim. Bir türlü tam güvenemedim, fısıltı kulaklara yerleşmiş bir kere. Tıpkı bir hastalık gibi.
Evet, ezeli düşmanım Allah’a itiraz etti, bende söz dinlemedim. Fakat beni ondan ayıran tek şey haddimi bilmekti, suçumla övünmedim, hatamı fark ettim arkasında durdum, çok pişmandım ve özür diledim. Ama o bunu yapmayarak iblisleşti, işte burada ayrıldı yollarımız onunla, Azâzil iblis oldu, bende insan…

İblis deyince aramaya başladık biz, ortalıkta gezen uzun kulaklı, elinde büyük bir çatalı olan, siyah pelerinli kırmızı gözlü birini. Aramaya gerek yoktu, o her zerremize kadar sirayet edebilme fırsatına sahipti. Sayılı süre boyunca hem sınav veriyor hem sınava tabi tutuluyorduk, yaratanın izni ile. O sebeple onunda çalışma alanları genişletilmişti. Bu onun hakkıydı mademki bir görev üstlenmiş bunu sonuna kadar başarmalıydı. Ki, şuyum yoktu bana adil davranmadın diyemesin diye,ona da istediği verilmişti.
O kanımıza da girip dolaşıyor. Artık yazılı belgeli kayıt altına alınmış birbirine iki ezeli düşmandık, kan davası hiç kalırdı yanında. Islanıp ta sırçası dökülen ayna misali, ben sırçalı halini görmüştüm de, çok inanmıştım ona. Sonra yalancı dost kayboluverdi birden, kalakaldık öylece suçumuzla, günahımızla, o köşede gülerken bize, ben ağlıyordum kendime…
Maskesi beni desteklerken içi tam tersiydi, bir türlü benim seçilmiş olduğumu hazmedemedi, cenneti fazla gördü bana, o olmasındı biz yeteriz birbirimize dedi.Çekemedi, haset etti. Oysa onun yerinde gözümüz yoktu.
Biz nasıl yaptık bu nankörlüğü de, ona güvendik, söylemişti bana yaratan ona sakın aldanma  diye?
Fakat yine insanlık kazandı, iyiler hep kazanırdı çünkü. İyilik başlı başına bir kazançtı, bunun için ödül bekleyecekte değildik.
Ödülümüz iyi olmaktı…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder