ZEHRA ASUMAN
zasuman@hotmail.com
zasuman@hotmail.com
HAY İLE HAYAT BULMAK
Cürümümü biliyor ve kendimden arta kalan ne varsa seviyorum. Çünkü veren kim, bunu biliyorum...
Oysa heybemize düşen, kendimizden ve kederlerimizden fazlası değilmiş, sırtladığımız bu yük, verenin hatırına ancak bu kadar çekilir ve bu kadar hazmedilesiymiş.
Oysa bitmeyen ne çok yolumuz, tükettikçe yenisiyle takas eden ne çok sevinçlerimiz ve acılarımız varmış.
Unuttuğumuz tek şey verilen miktarı benimsemekmiş.
Yaşadığımız sıkıntılar itirazlarımızdanmış, bu demek değildir ki her şeye eyvallah demek, hayır.
Tedbire baktıktan sonra tevekkülle teselli bulmakmış.
Ve yapmamız gereken, bizi yaratanın, biçtiği kıyafete en güzel şekilde manken olmakmış.
Bu yüzden hayatı ve içinde ki zevatı yaratıcının emirleri doğrultusunda sevdiğimiz sürece kendi kurtuluşumuzu sağlayabileceğimizi bilmekmiş.
Ancak o vakit kalbimizden akan nehri temiz tutmakla tüm insanlığın kalbinden geçebileceğimizi ve birlikte selamete çıkabileceğimizi bilmekmiş.
Ben bu yüzden kendi kalp kulelerimi fethetmekle, şu dar-ı beka’dan, ancak kendimizi ve dost ve yakınlarımızı severek kurtuluşa ereceğimizi bilenlerdenim.
Ben ki, sabır düsturu ile kendi musibetlerimi nimete çevirebileceğimi, hayat yazgımda görmüş, sonrası o gecenin sabahına düşmüş rüya ile hakikat arası bir gerçeğim.
Yine ben ki binler musibetleri yüz binler hayra, akıbetimden hayır dilemekle selamete çıkarabileceğimi bilenlerdenim.
Zorluklarımı, sabırla aşarak, Acılarımı şükürle harmanlayarak ve ayrılıklarımı Allah’ın varlık tesellisine bulayarak… Bundan sonrası daha bir zor değil.
Tevekkül gemisine koydum tüm dertlerimi, ona şifa olacak hasletlerimle.
Keder ve gam taşımıyorum göğsümde.
Mucidime teslimim, teslimim ki yüklerimden kurtulayım diye.
Tevekkülün verdiği güven paha biçilemez bir özgürlük, deneyenler bilir.
Hem değil mi ki verilen nimete olan şükürsüzlüğümüz bizi bunca imtihanlara ve acılara sevk ediyor, olsun. Bunca keder ve eleme boğuyor, olsun!
Değil mi ki, her dünyaya ait lezzet, şükürsüzlüğümüz sonucu boynumuza dolanan bir yılana dönüşüyor.
Olsun. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmişti, düzeltiriz.
Hem bu savaş kimin kime karşı savaşı?
Yel değirmenine açtığımız bu cenkte neyin nesi? Hâlbuki bilmemiz gerekmez mi, her şeye hükmedebilenle bir kramp sonucu kolunu hareket ettiremeyen arasında, muhtaç olanın her şeyini karşılayana karşı verdiğin savaş.
Sonuç trajikomik.
Akıntıya kürek çekmekten vazgeçip, kadere teslim olmak.
Bu zamanın kanıtlayacağı bir şey zaten, ne kadar erken fark edilir o kadar çok yol alınır. Kaderi ve başımıza gelen imtihanları tevekkül kalkanı ile karşılarsak, o vakit başımıza gelecek olan kederlerden de emin bir şekilde biteviye dönen dünya hayatını da huzurla tamamlamış oluruz.
Hayat demek bir eli yağda diğer eli balda yaşamak değildir.
Sınavda olmasaydık cennetten indirilmezdik, indirilmişsek de ölmezdik amaç ne kadar insansın bunu görmekti.
Hem imtihansız bir hayat hiçbir canlıyı terakki ettirmez.
Biz zaten bu yüzden, tekâmüle uğramak için bu imtihanlara gark oluyoruz.
Musibet oklarını, Sabır kalkanı ile karşılayıp, tevekkül sığınağına varmak.
Hem yaşamak dediğimiz şey de nedir ki, Hay’dan gelen ile Can bulmak…
Hepimiz aynı gökyüzüne bakan, aynı hedefe doğru yol alan insanlarız.
İyileşmek, iyileşirken de iyileştirmek adına. Bu yüzden kendime bu kadar müteşekkirim; iyi kötü ayırt etmeden, her yaşadığım şeyi hayra yorduğum için...
Cürümümü biliyor ve kendimden arta kalan ne varsa seviyorum. Çünkü veren kim, bunu biliyorum...
Oysa heybemize düşen, kendimizden ve kederlerimizden fazlası değilmiş, sırtladığımız bu yük, verenin hatırına ancak bu kadar çekilir ve bu kadar hazmedilesiymiş.
Oysa bitmeyen ne çok yolumuz, tükettikçe yenisiyle takas eden ne çok sevinçlerimiz ve acılarımız varmış.
Unuttuğumuz tek şey verilen miktarı benimsemekmiş.
Yaşadığımız sıkıntılar itirazlarımızdanmış, bu demek değildir ki her şeye eyvallah demek, hayır.
Tedbire baktıktan sonra tevekkülle teselli bulmakmış.
Ve yapmamız gereken, bizi yaratanın, biçtiği kıyafete en güzel şekilde manken olmakmış.
Bu yüzden hayatı ve içinde ki zevatı yaratıcının emirleri doğrultusunda sevdiğimiz sürece kendi kurtuluşumuzu sağlayabileceğimizi bilmekmiş.
Ancak o vakit kalbimizden akan nehri temiz tutmakla tüm insanlığın kalbinden geçebileceğimizi ve birlikte selamete çıkabileceğimizi bilmekmiş.
Ben bu yüzden kendi kalp kulelerimi fethetmekle, şu dar-ı beka’dan, ancak kendimizi ve dost ve yakınlarımızı severek kurtuluşa ereceğimizi bilenlerdenim.
Ben ki, sabır düsturu ile kendi musibetlerimi nimete çevirebileceğimi, hayat yazgımda görmüş, sonrası o gecenin sabahına düşmüş rüya ile hakikat arası bir gerçeğim.
Yine ben ki binler musibetleri yüz binler hayra, akıbetimden hayır dilemekle selamete çıkarabileceğimi bilenlerdenim.
Zorluklarımı, sabırla aşarak, Acılarımı şükürle harmanlayarak ve ayrılıklarımı Allah’ın varlık tesellisine bulayarak… Bundan sonrası daha bir zor değil.
Tevekkül gemisine koydum tüm dertlerimi, ona şifa olacak hasletlerimle.
Keder ve gam taşımıyorum göğsümde.
Mucidime teslimim, teslimim ki yüklerimden kurtulayım diye.
Tevekkülün verdiği güven paha biçilemez bir özgürlük, deneyenler bilir.
Hem değil mi ki verilen nimete olan şükürsüzlüğümüz bizi bunca imtihanlara ve acılara sevk ediyor, olsun. Bunca keder ve eleme boğuyor, olsun!
Değil mi ki, her dünyaya ait lezzet, şükürsüzlüğümüz sonucu boynumuza dolanan bir yılana dönüşüyor.
Olsun. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmişti, düzeltiriz.
Hem bu savaş kimin kime karşı savaşı?
Yel değirmenine açtığımız bu cenkte neyin nesi? Hâlbuki bilmemiz gerekmez mi, her şeye hükmedebilenle bir kramp sonucu kolunu hareket ettiremeyen arasında, muhtaç olanın her şeyini karşılayana karşı verdiğin savaş.
Sonuç trajikomik.
Akıntıya kürek çekmekten vazgeçip, kadere teslim olmak.
Bu zamanın kanıtlayacağı bir şey zaten, ne kadar erken fark edilir o kadar çok yol alınır. Kaderi ve başımıza gelen imtihanları tevekkül kalkanı ile karşılarsak, o vakit başımıza gelecek olan kederlerden de emin bir şekilde biteviye dönen dünya hayatını da huzurla tamamlamış oluruz.
Hayat demek bir eli yağda diğer eli balda yaşamak değildir.
Sınavda olmasaydık cennetten indirilmezdik, indirilmişsek de ölmezdik amaç ne kadar insansın bunu görmekti.
Hem imtihansız bir hayat hiçbir canlıyı terakki ettirmez.
Biz zaten bu yüzden, tekâmüle uğramak için bu imtihanlara gark oluyoruz.
Musibet oklarını, Sabır kalkanı ile karşılayıp, tevekkül sığınağına varmak.
Hem yaşamak dediğimiz şey de nedir ki, Hay’dan gelen ile Can bulmak…
Hepimiz aynı gökyüzüne bakan, aynı hedefe doğru yol alan insanlarız.
İyileşmek, iyileşirken de iyileştirmek adına. Bu yüzden kendime bu kadar müteşekkirim; iyi kötü ayırt etmeden, her yaşadığım şeyi hayra yorduğum için...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder