İSMAİL’CE SEVEBİLMEK…
Kurban olmak, daha doğrusu olunmaktı, yaklaşmaktı adı. Kime yaklaşmalıydım, nasıl yaklaşmalıydım da? , bend olmalıydım sevgiliye?
İstediği sevgiydi, böyle ölçecekti sendeki yerini, kendi miktarını göster istedi.
O zaman sevgimi nasıl göstebilirdim?
Hele bu verilenin hiç bir şeye ihtiyacı yoksa bu çok zordu. Ne ile gösterirdim ben? Verebileceğim en değerli şeyi vermekle mümkündü bu, onu vermeliydim, ben ona azımı verebilirsem o çoğaltırdı, tamamlardı eksiğimi.
Yeter ki gönüllü ol, gönülden ol istiyordu.
Verdiğimizi bizim sanıyoruz, o sebeple esirgiyoruz. Oysa verebilelim diye yine o verdi bize oysa. Tek mutlak muhtaç olmayan, muhtaç olunandan yani bizden samimiyet istiyor, yine ve yeniden muhtaca daha iyisini çoğaltarak vermek için.
Hiç almak için istemez hep vermek için ister. Verecek ya sana ederini görmek istiyor, fiyatını bilmek istiyor, sana ona göre paha biçiyor.
İnsanda kendisinden ne vardı zaten? ,birkaç kemik, biraz da et giydirilmişti, çıplak ve muhtaç gelmişti dünyaya. Zoraki nefes alabildiği cılız bir canı vardı ki oda verilmişti. Borçla doğum, artı borçla ölüm işte bu kadardı insan. Verdiğinden istiyordu yüzünü ekşitmeden, gönülden gelerek. Uzak kalma yaklaş bana diye, yaklaştı sevgime ulaş diye.
Sevdiklerine ille de bir şey vermek ister sevgisini göstermek için, olduğu kadarına iyi niyet katar ve sunar. Bundan ötesi işte canım, demektir.
Bir de olmayanlar üzerinden bakalım, sevgi ifadesine. Anne ne yapmıştı? “Sen ki bana çocuk verdin bende ise sana verebileceğim hiçbir şey yok. Seni nasıl seveyim o zaman bu çocuk da senin kapına Kurban olsun” demişti.
Peki, Canana gerçekten sunmak isteyende yoksa ne yapmalıydı?
O da çok sevmişti ama gösterememişti yok diye. Canı yanmıştı ya, gizlice ağlamıştı da utancından çıkamamıştı, ortalık durulanana kadar.
Bayramına kan, ocağına hüzün damlamıştı. O da o hüznünü kurban etmişti de, hüzün yaklaştırmıştı kendisi bilmese de sevgiliye. En âlâsından kurban olunan oydu belki de.
Hani diyordu ya Allah “…o kurbanın ne etleri ve ne de kanları Allah´a ulaşacaktır. Allah´a ulaşacak olan şey, sadece gönlünüzdeki Allah saygısıdır...” ( hacc-37 ),diye…
Zaten hepimiz bir kapıya adanmış değil miydik?
Bizim arzumuz en değerlisine talip olmaktı, hangi kapıdaysak değerimizi oradan alıyorduk ya, bende değerimi en iyi biçene adamıştım kendimi, verdiğim canım yolunda helal olsun diye.
Verelim tabi ki buyur al senindir hepsi. Canana can vermek yaraşır.
O buna kani olduktan sonra ne yapsın senin canını? O canından geçebilecek kadar sevildiğini bilmek istiyor.
En güzel İbrahim (as) gösterdi bunu, gözümün nurunu en sevgiliye verdim diyerek.
Veren de farkında verilen de farkındaydı sevildiğinin.
Kurban olundu diye bayram yapmak hangi akla sığardı, ama müjde öyleydi.
Kurban olunmadan bayram olmuyor işte, ağlamadan gülünmediği, yürünmeden varılmadığı gibi. Kurban bayrama reva idi, biri bize hakka teslimiyeti, diğeri namerdin namlusundaki hayreti gösterdi...
Kurban oluş burası ya da ötesi için hiç fark etmez, insan özgür olsun, hapsolmasın diye kurban olur. Allah’a kurban olunur sonsuzda hür olması için, dünyada kurban olunur özgür yaşaması için. Bedelsiz ödül verilmiyor. Şehit olmak kurban olunduğunun şahidiydi.
Bu sebeple İsmail’ce idi Mehmetçiğimin hakka tevekkülü. Gönülden saygıyla boyun eğişi. Seçilmiş olmaktı bu, sanılmasın ki öldü diye kaybetti.
Her yaşamın sonu zaten ölüme varmıyor muydu? Kurban olmaksa şerefli gidişi seçmekti.
Hak’ka kurban oluşumuz cennete yol sırattan daha kavi, vatana kurban oluşumuz cennet olsun diye yerimiz, her ikisi de bizim kazancımız!
Tüm kurban oluşlar toprağa karışırken, sırları boyun eğişte gizliydi.
Ne mutlu bunu fark edene.
Zehra Asuman - Denemeler
23.10.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder